Seyfi Baba (Mehmet Akif Ersoy)

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

                                                       – Seyfi Baba

Hastalanmış yatıyormuş.

                                       – Nesi varmış acaba?

– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah,

– Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah;

Bir fener yok mu, verin... Nerede sopam? Kız çabuk ol!

Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zira yol

Hem uzun, hem de bataktır...

                                               – Daha âlâ, kalınız.

Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz yalınız.

(...)

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;

Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde

(...)

İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu.

Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.

Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip

Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip

Açıversem... iyi amma kapı zaten aralık...

Galiba bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık,

Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,

Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.

Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak

Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!

Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,

Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:

– Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!

Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım.

Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...

Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...

Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım.

Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,

Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

– Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık şunu, bir...

– Sen otur, ben ararım ...

                                        – Olsa içerdik, iyidir ...

– Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?

Nezle oldum sanırım, çünkü bu kış pek salgın.

– Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için

Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün

Ne işin var kiremitlerde a sersem! desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktarmıyayım... Kim getirir ekmeğimi?

Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;

Ona ancak yapacak, beş vakit abdestle namaz.

Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman

Gece gündüz koşuyor, iş diye, bilmem ne zaman

Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç

Görüyorsun daha gelmez... yalınızlık pek güç.

Ba’zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;

Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!

– Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!

Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına...

Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,

Başladım uyku taharrisine, lâkin ne gezer!

Sızmışım bir aralık neyse, yorulmuş da meğer.

Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim

Önce amma şu fakir âdemi memnun edeyim.

Bir de baktım ki: tek onluk bile yokmuş kesede;

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!

O zaman koptu içimden şu tahassür ebedî;

Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!